Metin: Alison Ritter
Mimarlar, Hz. İsa’dan binlerce yıl önce de vardı. Mimarlar, bina planlamacıları ve mekan tasarımcılarıdır. Eserleri, dünyanın neresinde olursa olsun öngörüleri ve tasarım yeteneklerinin bir sonucudur ve faaliyet gösterdikleri bölgenin kültürünün bir ifadesidir. Mimariyi algılamak, anlamak adına; mekânları aydınlatmak, ışık ve gölgenin karşılıklı oyunu içinde heyecan yaratmak, ilgi çekmek, renkleri, yüzey dokularını ortaya çıkarmak, yaratılması istenen ortamı oluşturmak için gün ışığı veya suni ışık olmak üzere “ışığa” ihtiyacımız var.
“Sensing Spaces” adlı serginin tanıtımında serginin kuratörü Kate Goodwin: “Mekânları fiziksel olarak keşfetme şeklimiz mimariyi anlamamızda kilit rol oynuyor. Önce bedenimiz ve duyularımız ile çevremizi keşfediyor, sonra aklımız ile düşünmeye başlıyoruz.” dedi. Serginin adından da görüleceği üzere bu düşünce gerçekten tüm katılımcıların gayretinin temeliydi. Mimari konusu ile ilgili diğer sergilerin aksine, “Sensing Spaces” sergisinde mantıksal bir açıklama aranmadı veya bir şey öğretilmedi. Galerilerde çok az sayıda levha, yol gösterici bilgi, rakam veya veri vardı. Bunun yerine enstalasyonlar daha çok bir “öğrenmeme” sürecini tetiklemeye çalışıyordu. Mantık, neredeyse kapatılmıştı. En iç duyularımızı yeniden keşfetmemiz isteniyordu. Zor olan ise ziyaretçiye mimari konusunda yeni bir bakış açısı kazandırmaktı. Ziyaretçiler çeşitli ortamları gerçek anlamda keşfetmeye teşvik edildi. Elleyerek, tırmanarak, yürüyerek, düşünerek farklı tasarlanmış olan mekânların önemini ve anlamını keşfetmeye çalıştılar.
Işık geçirgen, beyaz, kesintisiz kumaşlar belli mesafelerde duvarlara asıldı. Bu kumaşlar mimarlardan yapılan alıntıların dijital projeksiyonu ve serginin planını göstermek için perde olarak kullanıldı. Bu basit uygulama ile mekân sanki havada süzülüyordu. Aynı zamanda merkezi salonda bulunan neoklasik ögeler, bilinçli olarak silik bir şekilde uygulandı. Böylece göze çarpan salon, soyut bir mekâna dönüştürüldü. İç mekânlara açılan kemer biçimli kapılar, Grafton, Pezo von Ellrichshausen-De Moura tarafından tasarlanan enstalasyonlar ve ana giriş için farklı perspektifler sundu. Tamamen sergiye özel geliştirilmiş olan iki mobilya parçası; oturma grubu ve iPad istasyonu olarak kullanılmak üzere farklı yüksekliklerde üretildi. Bunlar avludaki Sizas enstalasyonuna bakışı engellemeyecek şekilde konumlandırıldı.
Konferans salonunda bir dizi koyu renkli tuhaf, gizemli devasa masif şekiller; tavanın büyük bir kısmını ve çatı pencerelerini kaplıyordu. Bu görüntü daha üst seviyede diğerlerine göre küçük iki aralıkla kırılıyordu.
Bunların aksine Galeri IX’da dokuz büyük plaka birbirine eşit seviyede ve paralel duracak şekilde galerinin uygulama taşıyıcı sistemine asıldı. Böylece hem çatı pencerelerinden filtrelenerek giren gün ışığı hem de elektrik ışığı yansıtılacaktı. Her iki uygulama da 8,5 m tavan yükseklikli odanın derinine doğru uzanırken ve 2,5 m’lik bir mekân yüksekliği varmış duygusu yaratırken zemin ile ışık arasında farklı ilişkiler oluştu. Konferans odasındaki enstalasyon, zemin ve ışık arasındaki mesafe algısını artırdı. Galeri IX’daki aşağı sarkıtılan plakalar ise yakınlık ve tekdüzelik etkisini oluşturdu.
Grafton Architects’in her zamanki hedefi, mekânı tutulabilir yapmak, doğal ışık efektlerini ve güneşin ilerleyiş yönünü ayrıntılı bir şekilde uyumlu hale getirerek mekânı yapılandırmak. Bu uygulama için aydınlatma tasarımcıları Londra’nın bir kış gününde güneş ışığının gidiş yönünü takip edecek bir ışık efekti yaratmakla görevlendirildiler.
Projeye katılanlar:
İşveren: Royal Academy of Arts
Kuratör: Kate Goodwin
Mimari-enstalasyonlar: Grafton Architects, Diébédo Francis Kéré, Kengo Kuma, Li Xiaodong, Pezo von Ellrichshausen, Alvaro Siza ve Eduardo Souto de Moura
Sergi konsepti ve aydınlatma tasarımı: SHSH architecture + scenography, Shizuka Hariu, Shin Hagiwara
Uygulanan ürünler:
Pulsar Light of Cambridge Ltd.
ARRI lighting rental UK