Close

22/01/2019

Renk anlayışımıza meydan okuyan kör bir sanatçı

Doğuştan kör olan insanlar, bilinci inceleyen filozoflar için yüzyıllardır entelektüel bir merak konusu. Bu merak, bilincimizin bedenlerimizden, özellikle de Leonardo da Vinci’nin “ruhun penceresi” olarak nitelendirdiği gözlerimizden etkilenme şeklini araştıranlar için bilhassa geçerli.

Kör doğan insanlarda gerçek bir renk fikrinin olmadığı inancı, ilginç yanlış kanılardan biri. Örneğin 17. yüzyılda filozof John Locke, dünyaya ilişkin bazı deneyimlerin bireysel duyulara dayandığını düşünüyordu. Bu deneyimler, kör ya da sağır insanları anlama eksikliğinde görülebilir. Benzer şekilde David Hume da duyular, ışık veya ses gibi bireysel enerjiler tarafından uyarılmadığında herhangi bir fikrin oluşamayacağına inanıyordu.

20. yüzyılda bile, doğuştan kör olan insanların etraflarındaki dünyayı tam olarak anlayamadıklarına yaygın bir şekilde inanılıyordu. Örneğin 1950’de Psikolog Geza Revesz şunları yazmıştı: “Doğuştan kör olan kişi, doğanın çeşitliliğinin farkına varamaz, nesnelerin görünümünü tüm zenginliği ve çeşitliliğiyle kavrayamaz.” Filozof Thomas Nagel, görme engeli bulunmayan insanlara kıyasla kör insanların yalnızca çok sığ bir renk anlayışına sahip olduğunu düşünüyordu.

21. yüzyıla kadar görsel kavramlarla ilgili inançlarımızı nasıl test edebileceğimiz konusunda çok az fikrimiz vardı. Ama sonra bilim insanları Türk sanatçı Eşref Armağan’ın farkına vardı. Doğuştan tamamen kör olan Armağan’ın hiçbir doğrudan görsel deneyimi yok. Buna karşın eşsiz imgesel tablolarında sadece renk değil, aynı zamanda gölge, ışık ve perspektif kullanarak da çizim ve resim yapıyor.

Öyleyse Armağan renkleri nasıl öğrendi? Bunun yanıtı, görsel öğeleri dil ve diğer algıları aracılığıyla yaratıcı bir şekilde anlaması gibi görünüyor.

Sanatçı, babasının görsel dünya hakkında söylediklerine dair çok güçlü anılara sahip. Armağan sık sık babasının mühendislik atölyesine gider, çevresindeki ortam hakkında sorular sorardı.

En önemlisi ise bu bilgileri kullanma fırsatı bulmasıydı. Bir mühendis olarak babası metali çizmek, üzerine kesme ve delme noktaları işaretlemek için çizici denen keskin bir alet kullanıyordu. Armağan da bu çiziciyi kullanarak maket kartonuna şekiller oyuyordu.

Armağan’ın babası, kör oğlunun elini oyulmuş çizgiler üzerinde yönlendirir ve ne gördüğünü açıklardı. Genç sanatçı görsel hatları ve gölgelendirmeyi resmeden çizimlerle pratik yapar, bunları aile üyelerine gösterir, onlardan daha fazla sözlü açıklama ve geri bildirimler alırdı.

Kenar hatlar ve gölge gibi görsel fikirlere hakim olan genç Armağan, sonrasında renk kullanarak çizim yapmaya başlar. Armağan bu süreci, eski öğrencim Ruth Cole’e tekrarlarla öğrenme olarak tanımlamıştı: “Tekrar tekrar göstererek tekrar tekrar sorarak.”

Sonunda resim yapmak üzere seçtiği aracı değiştirdi. Eşref Armağan bu konuda şunları söylüyor: “Renkli kalemlerle resim yapmaya başladım, daha sonra yağlı boyaya geçiş yaptım. Fakat yağlı boyanın kuruması çok uzun sürüyordu, dolayısıyla sonunda akrilik boyayı keşfettim.”

İlginç bir şekilde Armağan sulu boyayla resim yapmıyor. Çünkü kâğıt veya karton üzerinde parmaklarını kullanarak boya katmanları oluşturuyor ve yeni bir katman eklemeden önce her katmanı kurumaya bırakıyor. Bu teknik sayesinde Armağan, yeni imgesini görmek yerine yarattığı çeşitli renkleri ve gölgeleri hissediyor.

Yeni bir sanatsal perspektif

Eşref Armağan, sürekli inceleyip araştırma ve tartışma aracılığıyla elde ettiği görsel anlayışı, dokunma (kırmızı rengi sıcak bir şeyin verdiği hisse benzetiyor) ve işitme (sesin uzaklaştıkça azalmasını kendi görsel perspektif kullanımıyla kıyaslıyor) duyusuyla tamamladı. Şu açıklamayı yapıyor: “Resmi, daha yapmaya başlamadan önce renkler de dahil olmak üzere zihnimin içinde yaratıyorum. Bu kesinlikle ezbercilik.”

Armağan’ın durumu, yüzyıllardır süregelen renkle ilgili inançlara meydan okuyor. Dahası, görebilen aile üyelerinin ve arkadaşlarının sağladığı doğru açıklamalar göz önüne alındığında Armağan’ın çalışmaları, doğuştan kör olan insanların görsel sanat eserlerini anlamasının, tarif etmesinin ve yaratmasının mümkün olduğunu gösteriyor.

Belki de artık araştırmacılar, engellilik üzerine kuramlar oluşturmaya odaklanmak yerine insanların ulaşılmaz olduğu düşünülen şeylere nasıl ulaşmayı başarabildiklerini gösteren örnekler bulmalılar. Bunu başarabilirsek sınırlılıklara dair yersiz görüşlere kapılmak yerine insanın hayal gücünün gerçekten nelere muktedir olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz.

Haber kaynağı: https://theconversation.com/how-a-blind-artist-is-challenging-our-understanding-of-colour-93872

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir