“İyi aydınlatma tasarımcıları Lux ve LED’lere kafayı takmıyor!”
Mimariyi en iyi şekilde gösteren ve insanları “iyi hissettiren” bir aydınlatma tasarımını hayal etmeyen bir tasarımcı var mıdır? Ne yazık ki, buna rağmen, asıl konu müşteriden gelen briefte yaşanan zorluklar. Genelde tüm bu tartışmalara tuz biber olan “LED” ve “lux seviyeleri” gibi bazı terimler var. Bu terimler, tartışmanın merkezine gereksinimleri ve ışık kalitesini koymak yerine; kuralları ve teknoloji yönünü düşünme anlamında bilinç dışında bir yer değiştirmeye neden oluyorlar.
LED’lerle aydınlatma tasarımı
Akdeniz’de çekilen en son tatil fotoğraflarına bakmaktan genç müşterinin adeta başı dönmüştü… Çünkü güneş ışıklarının su üzerindeki parıldayan oyunu günlük stresin tüm düşüncelerinden insanı uzaklaştırıyor. Ofiste ve aydınlatma dergilerinde gördüğü birçok LED armatürden esinlenen müşteri, iyi bir aydınlatmanın ne olduğuna dair kendisi için son derece net bir resim çizdi. Bu LED’lerle gerçekleştirilen bir aydınlatma tasarımıydı çünkü LED’ler hem modern hem de enerji tasarrufu sağlayan ışık kaynaklarıydı. Buna rağmen müşteri kendisi üzerinde -hala tatiliyle ilgili aklında çok net izlenimler kaldığından- bu kadar etki bırakan gün ışığının tam olarak özelliklerinin ne olduğunu ve yapay aydınlatmayla nasıl entegre edilebileceğini yine “kendisine” sormak zorundaydı.
Yüksek performanslı ışık-yayan diodların çağında tasarımcılar sıklıkla müşterilerin karşısına kendi terminolojilerinde iyi ışık fikriyle birleşen “LED” önerisiyle çıkarlar. Yalnız iyi bir tatil hissi; ulaşımın çeşidine (ister araba ister uçak olsun) referans verilerek iletilemez ve LED kelimesi kendi dünyamızda uygun aydınlatma konsepti arayışımıza yardım edemez. Elbette belli teknik davranışlar -uzun ömür veya yüksek parlaklık verimi gibi- ekonomik aydınlatma çözümü meselesine katkıda bulunabilir. Ancak tasarımcı arzulanan ambiyans ve talep edilen bireysel aydınlatma efektlerini net bir şekilde elde edemez.
LED’i ele alarak düşündüğümüzde; müşterilerimize garanti ettiğimiz “özgürlük” başarılı bir aydınlatma tasarımının garantisi değildir. Başarılı bir aydınlatma tasarımının ilk taslağı aydınlatma kalitesiyle ilgili fikir alışverişinin bir sonucudur. Işığı yaratmak için ortaya çıkan yeni teknolojilerin hayatımıza girişiyle -ki bugün bunların başında LED var diyebiliriz- kaliteli aydınlatma tasarımı süreci bir değişikliğe uğramadı. Aydınlatma konsepti önceliğe sahip ve lamba, bu konsepti uygulamada sadece bir araç.
Sayılarla yapılan mükemmel bir planlama mı?
Tüm fikirlerini LED kelimesi üzerine yoğunlaştırmış böyle teknofil müşterilerin yanı sıra ikinci bir tip müşteri daha var. Onlar mükemmel aydınlatmayı parlaklık ve istikrar olarak tanımlıyor. Hiçbir riske girmek istemiyor ve EN 12464-1 akımı gibi belli normlara bağlı kalıyorlar. Bu norm örneğin bir iş yeri için uygun aydınlatmayı 4 değerde özetliyor: Parlaklık ≥ 500 lx, göz kamaşması oranı ≤ 19, istikrar ≥ 0.6 ve renk sunumu ≥ 80. Böylece tasarımcı birkaç teknik göstergeye sahip oluyor ancak burada ışığın nicel anlayışı hükmediyor ve tasarımsal özellikler yok sayılıyor. Hiçkimse, tamamen şu dört değere bağlı kalarak tatil yerini ya da alacağı mülkü seçmez: Metrekare, odaların sayıları, tavan yüksekliği ve enerji tüketimi.
İlk ve öncelikle normlara bağlı kalarak düşünmek; işte güvenlik ve net görünüm üzerine odaklanıyor ancak tasarımsal bakış açısı ise göz önünde bulundurulmuyor. Bir proje söz konusu olduğunda- ki müşteri yukarıdaki değerlere bağlı kalmak konusunda istekli olacaktır- müşteri görsel olarak bile o değerlere bağlı kalındığını fark edemez ve sapmalar olduğunu anlaması pek mümkün değildir. Niteliği iyi olarak tanımlanabilecek bir aydınlatma çözümü arayışı ise belirsiz kalmaya devam eder.
LED’ler ve kurallar olmadan çekici aydınlatma konseptleri geliştirmek
Stanley McCandless, Howard Brandston veya Richard Kelly gibi aydınlatma tasarımının önderleri parlaklık ve istikrar kriterinin, bizi iyi hissettiren, aynı zamanda mimariyle doğru bir şekilde kullanılmış ve böylelikle bakış açısında bir değişimi benimseten “uygun bir aydınlatma çözümüne” götürmeyeceğinin oldukça farkında olan kişiler. Bir aydınlatma konsepti geliştirirken onlar niceliğe değil niteliğe bakarlardı -böylelikle verimlilik, okunabilirlik ve güvenliğe de-. Örneğin bir okulda ya da mimaride öne çıkarılan materyallerde ihtiyaç duyulan ışık söz konusu olduğunda; ışığın duygusal etkileri hakkındaki sorular, ezelden beri kaliteli aydınlatma tasarımının tamamlayıcı bir parçası olmuştur. Dahası, sayısız ve sürekli olarak değişen özellikleriyle doğa bize parlaklığın, renk sıcaklığının, direkt/yaygın ışığın ve çekici bir aydınlatma için ışık oranının önemini gösterir. Kaliteli bir aydınlatma tasarımı insanlar ve araştırmalarla başlar. Proje analizi sürecinde bu; gereksinimler ve ihtiyaçlarla devam eder. Örneğin proje halka açık mı yoksa özel bir alanı mı içerir veya o projenin sakin mi yoksa canlı bir atmosfere mi ihtiyacı vardır, bunlara bakılır. Basitçe; geniş ışık dağıtımını dar ışık huzmeleriyle değiştirerek ve masaları aydınlatılarak bir restoran kamuya açık nahoş bir alandan özel iletişim adalarına dönüştürülebilir. Konu mimariye geldiğinde ise kaliteli bir aydınlatma tasarımı; bir binada kullanıcının oryantasyonun ışıkla nasıl daha iyi hale getirilebileceğini ve uygulanan materyallerin kullanıcıların yararına en iyi şekilde nasıl vurgulanabileceğini test eder.
İyi aydınlatma konseptleri bütünsel olarak fonksiyona, psikolojiye, mimariye, ekonomik verimliliğe ve ekolojiye odaklanmak zorundadır. Aksi halde bu konseptlere çekici ya da sürdürülebilir diyemeyiz.
Eğer iyi hissetme düzeyimiz ve görüş kabiliyetimiz geliştirilirse ne “kaybedilir?”
Bir aydınlatma konsepti geliştirdiğimizde iyi bir aydınlatmanın amacı olarak ışığın etkisine odaklanıyoruz. Böylelikle lambanın etkinlik uyumu ve armatür, insan algısı-iyi hissetmesi yararına önemini kaybediyor. Parlaklık kriteri bile önem derecesini yitiriyor. Bu değeri ölçmeye başladığımızdan beri parlaklığı algılamamızda yüzeylerin önemini veya bu yüzeylerin göze ışığı nasıl yansıttığını değil sadece ne kadar ışığın yüzeye çarptığını öğrendik. Duvarların da etkisi büyük ancak aydınlatma çözümleri ele alındığında, görüş alanımızda büyük bir yer kaplamalarına rağmen, bu konunun üzerine az kafa yoruluyor. Kaliteli bir aydınlatma tasarımına karar vererek ışığın basit ya da naif anlayışından kendimizi “özgür!” bırakıyoruz. Kaldı ki bu anlayış birkaç bireysel parametrenin bir kombinasyonundan yapılmıştır ve hızlı cevaplar için yapılan araştırma ile çalışır. Konuyu şunu söyleyerek bağlamak gerekir ki; sürdürülebilir aydınlatma tasarımı, nihai aşamada, ne enerji-verimli lambaları ne de ekonomik-teknik armatürleri yok sayacaktır.
Yazı: Thomas Schielke
Haber kaynağı: http://www.archdaily.com/772539/why-good-lighting-design-has-little-to-do-with-lux-or-leds
*Bu makalenin orijinali DIAL Blog’da yer almaktadır.