Işık ve grafik tasarımı
Metin: Paolo Portaluri
Grafik tasarım veya çizim kabiliyeti olan aydınlatma tasarımcıları, bu alanda herhangi bir
kabiliyeti olmayan meslektaşlarına göre her zaman bir sıfır önde oldular. Neden mi?
Çünkü ışığı göstermek veya ışık konseptini aktarmak kolay değildir.
Günümüzde ışık ve grafik tasarımı arasındaki sınır giderek daha fazla birbirine karışıyor. Artık söz konusu olan, ışığın nasıl aktarıldığı değil iletişim için nasıl kullanılacağı.
Bu bağlamda bina medya cepheleri ve “video mapping” uygulamaları son derece tercih edilir oldu. Işığı iletişim aracı olarak “keşfettik”.
Gerçekten de öyle mi? Işık zaten her zaman bir iletişim ve gösterim aracı olmadı mı? Biz mekânsal biçimleri algılattırmak, insanları yönlendirmek, cisim veya yollara dikkat çekmek, insanların hayal gücünü uyarmak, belli duyguları ya da tepkileri meydana çıkarmak için ışığı kullanıyoruz…
Bana göre, mimari aydınlatmada mekânı ışık ile “boyuyoruz”. Bu bağlamda, mimari aydınlatmayı algılarla ilişkili olan bir tür sanat biçimi olarak tanımlayabiliriz. Ancak ışık ile tasarım yaptığımızda; aydınlatacağımız yüzey ve mekânlara saygı gösteriyor, asıl önemlerini değiştirmiyor veya düzeltmiyoruz.
“Medya binaları” konusunda biraz çekincelerim var. Bunlarla binaların geniş alanlarındaki veya cephelerindeki büyük resim, desen ya da ışık akışlarının projeksiyonunu kastediyorum. Işık grafiklerle kombine edilebilir, iletişim aracı olarak uygulanabilir. Ancak ışığı nerede ve nasıl uygulayacağımızın bilincinde olmalıyız.
Bence kentlerimizi, grafik içeriği kentin mekânsal yapısına hakim olan internet sayfaları veya reklam panoları gibi kullanmamalıyız. Her kentin tasarlanmış mimari aydınlatma veya ışık sanatı uygulamaları ile değerlenecek, tüm kentsel, toplumsal, işlevsel ve kimlik çağrışımlarıyla, kendine özgü bir dokusu var. İşte bu da ışığın iletişim kurma gücü.
Ben belli medya cephelerini eleştirmiyorum. Daha çok, örneğin bir kentsel alanın önemini ve işlevini değiştiren veya bir yerin tarihi olgularını yok eden ışık projelerinden endişe duyuyorum. Işığı doğru kullandığımızda potansiyelini geliştirebilir ve aydınlatma tasarımını birçok sanat biçiminden bir tanesi olarak değil, “her duyuya hitap eden bir sanat” olarak kutlayabiliriz. Sadece pasif halktan oluşan bir izleyici kitlesine yönelik sayısız ekran sunmak değil, gerçekten duyuları uyaran bir deneyim olanağı yaratmayı amaçlayabiliriz. Bunun yanında yerel halkın algısını önemseyen, onları canlandıran ve kent yaşamının bir parçası olma yönünde ilham veren bir çevre yaratmayı hedefleyebiliriz.