Close

11/03/2020

Her Mimari Aydınlatma Tasarımcısı’nın bilmesi gereken beş tiyatro şahsiyeti

Tiyatro aydınlatması ve mimari aydınlatma dünyaları kendi yasalarına ve tasarım kurallarına tabi olsa da ikisi arasında, karşılıklı etkileşim ve ilham için büyük fırsatlar sunan, ancak çoğu zaman gözden kaçan benzerlikler bulunur.

Mimari veya iç aydınlatma tasarımında, belirli bir “dramatik” etkiye sahip aydınlatmadan bahsederiz. Bunun tersine, sahne tasarımcıları genellikle sahne tasarımları dahilinde, istenen aydınlatma etkisini elde etmek için bir dereceye kadar mimari aydınlatma bilgisi gerektiren “mimari” öğeler oluştururlar.

İki disiplin arasındaki karşılıklı etkileşimin başka örneklerine bolca rastlanabilir. Mimari aydınlatma dünyasından yeni teknolojilerin yolu bazen isteksizce de olsa tiyatroya da düşer. Örneğin, LED armatürler, hâlâ klasik tungsten par kutusunun sonunun gelmesine ağıt yakan birçok tiyatro aydınlatma teknisyeni tarafından şüpheyle karşılanıp hor görülür.

Mimari aydınlatma tasarımcısı bakış açısından belki de en ilginci, skenografların ve sahne tasarımcılarının kısıtlı mekânsal sınırlar içinde nasıl çalıştığını fark etmektir. Genellikle bu sınırlar, skenografları farklı sahneleri aydınlatmanın yaratıcı yollarını bulmaya teşvik eden kısıtlı kaynaklarla finansmanı da ilgilendirir.

Her ne kadar mimari aydınlatma tasarımcılarının, piyasadaki saçma derecede geniş armatür yelpazesi nedeniyle bazen yoldan çıkması kaçınılmaz olsa da genel bir kural olarak, tiyatro ve mimari aydınlatma tasarımcılarının temel benzerliklerinden biri, ışığı bir anlatım aracı olarak kullanma ve atmosfer yaratma arzusudur.

Aşağıdaki beş şahsiyet, tasarım düşüncesine sahip herhangi bir mimari veya dekoratif aydınlatma tasarımcısı için önemli beslenme noktalarıdır.

Adolphe Appia

Modern tiyatro sahne tasarımı ve dolayısıyla tiyatro aydınlatma tasarımı kavramı, muhtemelen sahne tasarımcısı Adolphe Appia ve asistanı ışık sanatçısı Alexander von Salzmann’a kadar uzanabilir. Appia, aydınlatmanın sadece sanatçıların ve sahnedeki unsurların aydınlatmasını sağlamaktan daha fazla potansiyele sahip olduğunu anlayan ilk tasarımcılardan biriydi.

Appia’nın 1913’te “beyaz küp”‘ olarak adlandırdığı etkileyici sembolist alan, şimdi Bauhaus’un tiyatro ve tasarım yaklaşımının büyük bölümünün doğrudan öncüsü olarak kabul ediliyor. Aslında, sözüm ona Bauhaus’çuların birçoğu Appia’nın sahne tasarımını ilk elden deneyimleyecekti.

Küp birçok nedenden dolayı tamamen yenilikçiydi. Birincisi, tiyatro sahnesinin gerçek bir yeri tasvir etmemesi; daha ziyade tiyatronun, izleyici odağının metin ve oyuncularda olduğu yapay bir alan yaratması gerektiği fikrini yayıyordu.

Bu yapay alanı yaratmak için Appia, tamamen gölgeden yoksun devrimci bir sahne aydınlatması sağlamak üzere parlak yüzeylerin kullanılmasına öncülük etti. Standart olduğu üzere sahne ışığı kullanmak yerine, yüzlerce akkor flamanlı lambayla arkadan aydınlatılan sahnenin her yanını bezemek için yarı saydam beyaz kumaş kullanarak sahneyi bir çeşit ışık kutusu kozasıyla sarmaladı.

Ne yazık ki, Appia’nın beyaz küpü tüm bu lambalardan kaynaklanan astronomik elektrik faturaları nedeniyle birkaç yıl sonra terk edildi. Yaratıcı devrimcilere her zaman olduğu gibi, ölümünden yıllar sonrasına kadar çalışmalarına hak ettiği değer verilmedi. Yakın zamanda, efsanevi sahnesinin bir reenkarnasyonu, Bauhaus’un 100. yıl kutlamalarının bir parçası olarak Festspielhaus Hellerau’da deneyimlenebilir durumdaydı.

Josef Svoboda

Sahneye ışık getirmenin itibarı Appia’ya sunulacaksa, bu durumda Çek skenograf Josef Svoboda’ya da sahneye belirli bir karanlık ve gizem unsuru getirmenin itibarı verilebilir. Svoboda, 1948’den itibaren Çek Ulusal Tiyatrosu’nun ana tasarımcısıydı ve otuz yıl boyunca 700’den fazla tasarıma imza attı.

Appia’nın beyaz küpünü hatırlatacak şekilde Svoboda da heybetli merdivenler ve platformlar gibi mimari unsurları tasarımlarına dahil etmeye meraklıydı. Ancak Appia’nın tersine, ışığın görevi, sahnede bolca bulunan karanlığa stratejik olarak nüfuz etmek ve onu vurgulamaktı.

Onun ışık kullanımında kesinlikle fantastik bir unsur vardı. Işık, karanlığa demir atmış ancak sayısız özel efekt, renk ve malzeme ile spontan bir şekilde serbest kalmış olan değerli ve hassas bir unsur muamelesi görüyordu.

Şimdi kötü ünüyle bilinen Laterna Magika gibi yapımları, sahnelerin uzay ve zamanda çoğalıyor gibi görünmesine olanak tanıyan özel efektler, yansıtmalar ve kapalı devre televizyon monitörlerinin kullanımında da çığır açmıştı. Bir diğer önemli özellik de sahne zeminini yansıtmak ve bükmek için kullanılan ve bazen muazzam olan aynalardı.

En önemli çalışma: Laterna Magika

warmwhite tavsiyesi: Shakespeare, Jindřich V.

Robert Wilson

Aydınlatma tasarımcısı, skenograf ve yönetmen Robert Wilson, büyük olasılıkla tiyatroda ışığın en önemli figürüdür. Esasen tiyatro temeline dayanmasına rağmen Merce Cunningham, Philip Glass, Tom Waits, William S. Burroughs ve hatta Lady Gaga gibi sanatçılarla yapılan işbirlikleri, Wilson’un çalışmalarının başarılı bir şekilde disiplinler arası alana girerek genel anlamda zengin çağdaş sanat ve tasarım tablosuna imzasını atmasına şahit olmuştur.

Bununla birlikte, Wilson belki de en çok, tiyatroda ışığın devrimci kullanımıyla bilinir; onun ifadesiyle ışık, “sahnedeki en önemli oyuncudur”. Ayrıca ışık, Wilson tarafından mimari bir niteliğe sahip olmasıyla ayırt edilir. Bunun en açık görüldüğü yer, tek bir uzun dikdörtgen ışık kolonunun kadın solo vokalin operatik yükselişiyle birlikte yükselen, Phillip Glass ile birlikte Einstein on the Beach operasının dördüncü perdesidir.

Quartett ve Black Rider gibi oyunlardaki muhteşem siklorama eğimleri ve ışık/gölge kombinasyonları, kendi içlerinde etkileyici hareketsiz görüntüler oluştursa da onun ışık kullanımının tam etkisi, ancak yoğun dokulu ışığın akışkan ve değişken hareketlerinin oyun çatılarının arasına girip çıktığı anlarda gerçek anlamda şahsen takdir edilebilir.  Öyleyse, onun aydınlatma tasarımlarının müzikal notalarla karşılaştırılması pek de şaşırtıcı olmasa gerek.

En önemli çalışma: The Black Rider

warmwhite’ın tercihi: Einstein on the Beach

Es Devlin

25 yılı aşkın bir süredir Devlin kendisini dünyanın en etkili set tasarımcısı olarak kabul ettirmiştir. İlk çalışmalarının büyük kısmı, projeksiyonların (yansıtmalar) ve ayrıntılı sahne enstalasyonlarının temelini oluşturduğu tiyatroda olmasına rağmen, kariyerinin ikinci yarısı Miley Cyrus ve U2 gibi müzisyenlerin çok sayıda büyük ölçekli konser seti tasarımıyla nitelendirilebilir.

Yaptığı işi, dramatik vasıtalara ulaşmak için ışığın birincil araç olarak rol oynadığı sahne heykeltıraşlığı olarak isimlendirir. Çok yönlü ışık kullanımı aracılığıyla Devlin, gerçekliği, yansıtmaları, aynaları ve optik yanılsamaları belirli bir “duman ve aynalar” etkisi yaratmak üzere karıştırarak illüzyon estetiği sanatını mükemmelleştirmiştir.

Bu etki, Harold Pinter’ın Betrayal’ını çepeçevre yansıtılmış yüzeylerle desteklediği ilk büyük tasarım çalışmasından U2’nun Experience and Innocence turu için gerçekleştirdiği 2018 tasarımına kadar kariyerinin tüm spektrumunda görülebilir.

Devlin aynı zamanda sahne ortamında Artırılmış Gerçekliğin tanıtımına öncülük etmesiyle de bilinir. U2 turunda, konsere girmeden önce indirilebilen ve izleyicilerin Artırılmış Gerçeklik (AR) görüntülerinin ve canlı öğelerin eş zamanlı fotoğraflarını çekebilmesine olanak tanıyan bir uygulama geliştirmişti. Aydınlatma tasarımcılarının gelecekte Artırılmış Gerçeklik (AR) beklentisiyle nasıl başa çıkacaklarını görmek kesinlikle ilginç olacak.

En önemli çalışma: Harold Pinter’dan Betrayal

Warmwhite’ın seçimi: WIRE – FLAG: BURNING

Bert Neumann

Merhum Bert Neumann gerçekte bir aydınlatma tasarımcısı değildi, ama bunun hiç önemi yok. Berlin Volksbühne’nin sahne tasarım lideri olarak, yarattığı ikonik sahne tasarımları kesinlikle tuhaf, eğlenceli ve absürttü. Polemik yönetmen Frank Castorf ile birlikte Neumann, birleşme sonrası Almanya’sının tiyatro sahnesini şekillendirmede etkili oldu.

1956’da ölümüne kadar Bertold Brecht, zamanının tiyatrosunu gerçeklerden kaçma özelliğinden -o zamanlar tiyatroda var olan gerçekçiliğin ve natüralizmin bir belirtisi- sıyırmaya ant içen kendi “epik tiyatrosu” ile yeniden şekillendiriyordu. Ayrıca, sahnenin oyun boyunca sert beyaz ışıkla dolup taştığı “yabancılaştırma efekti” ısrarı nedeniyle her türlü aydınlatma tasarımını da tiyatrodan silip atmıştı.

Öte yandan, 90’lı ve 2000’li yıllarda Bert Neumann, izleyiciyi başarıyla yabancılaştırdı, ya da daha uygun bir kelime kullanacak olursak, sahneye işlevsel duşlar entegre etmek gibi bazen delicesine karmaşık ve absürt olan küstah, renkli ve iddialı sahne dekoru ve mimarisi bolluğuyla izleyiciyi boğdu. Bu iddialı dekorların arasına katılan aydınlatma da aynı derecede iddialıydı. Neon işaretlerden yansımalı aydınlatılmış yüzeylere, renkli fonlara kadar her şey ama her şey mümkündü.

Neumann, mimari aydınlatma tasarımcısına, deney ve kural dışının önemini hatırlatmak için var.

En önemli çalışma: Die Dostojewski-Trilogie

warmwhite’ın seçimi: Der Meister und Margarita

Haber kaynağı: https://warm-white.com/five-figures-in-theatre-every-architectural-lighting-designer-should-know/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir