Close

25/06/2018

Hayvanat Bahçesi Sarayı, Berlin – Almanya

Salonun ruhu

Metin: Moritz Gieselmann
Fotoğraflar: Jan Bitter

Ellili yılların Berlin’i. İnsanlar, 1945 yılında kurtarıldı mı yoksa yenilgiye mi uğratıldı bilmiyor. Soğuk Savaş nedeniyle kentin doğu ve batı yarısı birbirinden farklı gelişmeye başlıyor. Daha iyi, modern bir gelecek ümidi ve doğu ve batı arasında savaş çıkma endişesi yan yana yaşıyor. Nazi döneminin ve İkinci Dünya Savaşının travmaları halk arasındaki söylemlerde önemli bir rol oynamayacak kadar çok yakın. Ancak on yıl sonra öğrenci hareketi ile konu olarak işlenmeye başlıyor.

Sinemanın klasik dramaturjisinde kahraman halkın temsilcisi olarak tüm tehlikeleri ve zorlukları aşar, problemleri çözer ve böylece izleyiciye kendi çatışmalarından çıkış yolları sunar. Savaş sonrası Berlin’de sinema, dışarıdaki yıkıntılardan ve dar yaşam koşullarından kaçılabilecek küçücük bir yer. Aynı zamanda en kötü hikayelerin de mutlu sonu olan, başka, güzel dünyaların hayal edilebileceği çok keyifli bir yer.

Henüz Mayıs 1945 tarihinde 30 sinema açılmıştı. 1947 yılında sayı 200’e ulaştı. Berlin’liler sinema tutkunu oldular. On iki yıl boyunca Goebbels Nazi döneminin “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” olarak filmleri ile Alman halkının beynini yıkadı. Başlayan Soğuk Savaşta hem doğu hem de batı sinemanın gücünü kullandı. Doğu kesiminde Ruslar Defa Stüdyolarını kurarken, batıda Amerikalılar Hollywood filmlerinin gücünden faydalanarak Almanlara demokrasi dersi verdiler ve Amerikan tarzı yaşamı gösterdiler.

1951 yılında Amerikalıların girişimi ile “Özgür Dünyanın Vitrini” sloganı ile uluslararası Berliane Film festivali başlatıldı. Berlinliler hayran kaldı ve gösterimlere akın etti. Uluslararası starların gelişi ilgiyi artırdı ve trafiğin sıkışmasına neden oldu. Ellili yıllar sinemaların en tercih edildiği yıllardı. Altmışlı yıllarda televizyonun giriş yapması ile bu dönem sona erecekti. Her yerde yeni sinemalar inşa ediliyordu ve genç bir mimar olan Gerhard Fritsche bu alanda en aranılan uzman olarak ilan edildi. İlk sinema inşaat işini, Berlin Kurfürstendamm’da 1948 yılında “Berliner Kindl Bräu“ adlı birahanenin restorasyonunda aldı. Bombalarla yerle bir edilmiş tören salonunda “KiKi” adlı sinema inşa edildi. Sinemanın açılışından henüz üç yıl sonra Fritsche sade salon sinemasını büyük bir film sarayına genişletti. Işıldayan bir ön çatı içeri doğru yönlendiriyor. Salona midye şekilli bir tavan ve katmanlı korniş ışık alanları kazandırıldı.

Mimari ve de ışığın kullanımı, Eric Mendelshohn’un Üniversum-Film tiyatrosundaki ışığın ifade gücünün kullanımı gibi yirmili yılların görkeminden etkileniyor. Mimari, ellili yılların eski görkemini modern elektrik hattı estetiği ile birleştiriyor ve izleyicileri şıklık ile büyülüyor. 1952 yılında “Bauwelt” (Yapı Dünyası) adlı dergi, projenin halkı ve meslektaşları büyülediğini belirtiyor ve Fritsche bir anda Berlin’in en aranan sinema mimarı oluyor. 1961 yılına kadar Fritsche farklı yapı sahipleri için on yedi sinema inşa ediyor.

Çalışmaların arasındaki en önemli sinema inşaatı “Zoo Palast” (Hayvanat Bahçesi Sarayı). Senelerce savaşta çok ciddi şekilde zarar gören Breitscheid meydanı ve çevresindeki bölgelerle ne yapılacağına karar verilemedikten sonra, 1955 yılında “Zentrum am Zoo” (Hayvanat Bahçesi Merkezi), Bikini-Haus ve DOB gökdeleni ve arada tekrar bir sinema inşa edildi. 1919 yılından beri bu yerde bir sergi sarayının dönüştürülmesinden sonra 1740 oturma kapasiteli, UFA’nın prömiyer sineması yapıldı. Sinema sürekli değişime uğradı. En son 1936 yılında Albert Speer tarafından restore edildi ancak 1943 yılında tamamen yıkıldı.

Sinema batının merkezinde mükemmel bir konuma sahip. Bir yandan ulaşım açısından doğrudan Bahnhof Zoo’na yakın, diğer yandan dünya çapında bilinen ve görkemli Kurfürstendamm’ın hemen yanında. Sinemanın yapımı konusunda sinema işletmecisi Max Knapp kesinlikle Gerhard Fritsche’nin bu işi üstlenmesini istedi. Fritsche sinemanın yerinin önemini ve geleneğini biliyordu ve tüm bunlar sanat eseri için ilham kaynağı oldu: Modern, olağan dışı ve dünyaya açık.

Birbirinin üzerine oturtulmuş 180º döndürülmüş salonlar mimari açıdan bir ilk. Böylece çok az bir yerleşim alanına iki sinema yapılabildi. Berlinliler görüntüsünden dolayı sinemaya hemen bir takma isim verdiler: “Die Klappstulle” (Sandviç). Dışarıdan bakıldığında da hemen binanın bir sinema olduğu anlaşılıyor. Fuayenin üzerinde bina cephesi sinemaskop formatında bir kubbe yapıyor. Büyük salon tavandaki düzensiz dağıtılmış aralıklara yerleştirilen lambalar ile aydınlatılıyor. Tavan yıldızlı bir gökyüzüne benziyor. Soğuk katod lambaları ile donatılmış, çepeçevre uygulanan korniş ışıkları yıldızlı gökyüzünü daha yukarılara doğru çekiyor ve hafif mavi renkli duvarları ve turuncu renkli ipek perdenin tamamen öne çıkmasını sağlıyor.

Zoo Palast başarılı bir proje olarak hayata geçiyor. Berlinale’ye ev sahipliği yapıyor ve bu sayede ulusal ve ulusalar arası sinemanın starlarını ağırlıyor. Berlinliler gösterilere akın ediyor. Altmışlı yıllarda televizyonun yaygınlaşması ile sinema gücünü ve ziyaretçilerini kaybetmeye başlıyor. Zoo Palast sürekli dönüşüme uğruyor ve genişletiliyor. Berlinale ise 2000 yılında Potsdam Meydanında yeni bir saraya alınıyor. Bereitscheid meydanı bölgesi, ilgiyi yitiriyor ve terk ediliyor, hatta Berlin’in en köhne semti olarak anılmaya başlıyor.

2002 yılında Bavyeralı Yapı ve Emlak Grubu meydanın potansiyelini görüp tüm hayvanat bahçesi bölgesini ve de Zoo Palast’ı satın alıyor. Sinema yok edilmeyi bekliyor. Onun yerine bir alışveriş merkezinin inşa edilmesine yönelik planlar hazırlanıyor. Ancak, Berlinliler ve özellikle Charlottenburg semti sakinleri Zoo Palast’ı seviyor ve sinemanın kalmasına ve yeniden canlandırılmasına karar veriliyor.

İşletmeci olarak Hans-Joachim Flebbe tarihi binayı devralıyor. Flebbe, 1989 yılında Cinemaxx Grubu ile Almanya’da başarıyla Multiplex sinemalarını kurmuş ve 2008 yılında Kurfürstendamm’da Astor Film Lounge ile yepyeni bir sinema konseptinin giriş yapmasına olanak sağlamıştı: Çok etkileyici bir ortamda, patlamış mısır yerine atıştırmalıklarla, self-service yerine hizmetle, şımarık bir izleyici kitlesi için iddialı filimler sunan bir mekan. Konsept işe yarıyor ve artık Astor ayrıca Frankfurt, Köln ve Münih kentlerinde de var.

Yeni Zoo Palast’da da benzer bir konsept uygulanıyor. Kaliteli donanım, en son teknoloji ürünü ekran ve ses sistemi, konforlu koltuklar, üstün hizmet ve her gösterimden önce izleyicileri daha ileri bir program için daha yüksek giriş fiyatı ödemeye ikna eden, kendi ışık şovuna sahip ileri teknoloji aydınlatma konsepti. Berlinale de, on dört yıl sonra Şubat 2014 tarihinde tekrar Zoo Palast’a geri döndü. Berlinale’nin ana binası Potsdam meydanındaki Berlinale Palast olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

Flebbe baştan beri bu iddialı canlandırma programının tasarımını kimin emin ellerine teslim edeceğini biliyordu: Berlinli mimarlık ofisi Maske+Suhren, Astor Film Lounge’ın tasarımında Gerhard Fritsche’nin görkemli mimarisini bugünün hassas şartlarına nasıl uyarlayacağını kanıtlamıştı. Mimar Anna Maske 2008 yılından beri Fritsche’nin neredeyse unutulmakta olan eseri üzerinde çalışmış, yoğun araştırmalar yapmış, bir kısa film hazırlamış ve son olarak Fritsche’nin sinema binası ve eseri hakkında bir sergi tasarlamıştı. İstekler arasında 800’den fazla oturma kapasitesi sunacak büyük bir salon, dört orta büyüklükte 150 ile 280 oturma kapasiteli salon ve çok fazla rahat olmayacak 40 koltuklu iki klüp sineması ve ayrıca geniş bir fuaye yer aldı. Asıl binaya ek olarak inşa edilecek sinema salonları için Maske + Suhren Fritsche’nin diğer sinema yapılarından ilham aldı. Çalışmalar, Maske’nin Zoo Palast’ın yeniden canlandırılmasında “Salonun ruhu” fikri üzerine inşa edildi. Büyük bir saygı ile eski fotoğraf ve planlar üzerinden mümkün olduğu kadar eski durumunu tekrar oluşturmaya başladı ve aynı zamanda bugünün şartlarını sağlamak üzere çalıştı.

Anna Maske: “Hep tamamını düşünüyoruz. İlk dakikadan itibaren, izleyiciler sinema önünde durduğunda onları çekmeye ve etkilemeye, onlara eğlence sunmaya, kısacası onlara iyi davranmaya çalışıyoruz. Çok net bir hayalimiz var. Filmleri evde de seyredebiliriz ancak iyi bir akşam geçirmek istiyorsak, bir filmi daha geniş bir ekranda izlemek istiyorsak, başkaları ile bir ortam deneyimi arıyorsak o zaman sinemaya gideriz. Sinemanın organizasyonu değil, izleyici odağımızda. Burada mimari önemli bir faktör, insanları kendisine çekebilir, grafik efektler ve ışık üzerinden yönetebilir, çekim uygulayabilir ve heyecan yaratabilir.”

Anna Maske için tasarımın çıkış noktası tarihi yapının, asıl binanın ışık mimarisiydi. Fritsche tüm önemli mekanlarda ışık alanlarını, gölge yüzeylerini ve ışık hatlarını net bir şekilde tanımlamıştı.

Işık yüzeylerine örnek olarak kozmik resimleri örnek aldı. Fuayedeki yüzeyler ışıldıyordu, sinema salonlarında duvarlar mat renkli malzeme ile kaplıydı. Aydınlatılmayan alanlar o şekilde bırakıldı ve aynı durum yeni salonlarda da oluşturuldu. Kozmik temalı ışık alanları yeni lambalar ile tekrar oluşturuldu ve yeni ışık alanları aynı prensiplere dayanarak tasarlandı. Tarihi salonlarda ilave ışık hatları oluşturuldu. Yeni salonlara konulu ışık hatları yapıldı. Yapı sahibine “ışık resimleri” gösterildi ve onayları alındı. Aydınlatmanın teknik tasarımı ve uygulaması için, daha önce Astor Film Lounge’da olduğu gibi Freilicht firması görevlendirildi. Yakın iş birliği içinde bu proje için özel armatürler geliştirildi.

Sinemanın ruhu salonları: Perdeye doğru, huni şeklinde genişleyen büyük salon, Salon 1’e midye kabuğu şeklinde bir asma tavan yapıldı. Tavan, koyu mavi renge boyandı. İlham kaynağı 1816 yılında Berlin’de gösterilen Sihirli Flüt operasının “Gece Kraliçesinin Yıldızlı Salonu”, Schinkel’in meşhur dekorasyonu oldu.

Salon aydınlatması olarak da işlev gören yıldızlı gökyüzü efekti, Fritsche’de lambalarla sağlanırken burada özel olarak üretilen LED projektörler ile oluşturuluyor. Tavan görüntüsünü mümkün olduğu kadar çok çeşitli göstermek için iki farklı çapta üretilen projektörler Hongkong’lu bir armatür üreticisine yaptırıldı. 40Watt’lık RGBW LED’ler kullanıldı. 30º ve 60º lensler parke ve gökyüzü efektini aydınlatma gücünü veriyor. Göreceli olarak dar yansıma açısı ise etkileyici ve kamaşma yapmayan bir gökyüzü efekti sunuyor. Gerektiğinde tüm bakım çalışmalarını kolayca yapabilmek için lambalar yukarıdan monte edildi. Asma tavanın altında yürüme iskeleleri olan bir servis katı bulunuyor. Çalışmalar buradan yürütülebiliyor. Binanın tamamındaki ışık sisteminin yanı sıra LED’lere, merkezi bir bilgisayar üzerinden kumanda ediliyor. Temel ışık ortamı önceden programlanmış ve salonlarda bulunan bir pano üzerinden devreye alınabiliyor. Orta alandaki yıldızlı gökyüzünün etrafında korniş ışıklıkları RGBW ve T5 flüoresanları ile donatılmış LED bantları yerleştirilmiş. Bu sayede turuncu renkli kumaş kaplı duvarlar da dolaylı olarak aydınlatılıyor. Malzeme seçimi konusunda burada ve de diğer sinema salonlarında, gösterim esnasında perdeden yansıyan ışıkla rahatsız edici yansımaları engellemek için difüz kumaşlar kullanıldı. Kumaşları test etmek için ışık örnekleri oluşturuldu.

İzleyiciler içeri alındıktan sonra kumaş kaplı kapılar kapanınca salon değerli bir mücevher kutusunu andırıyor. Dış dünya ve günlük işler dışarıda kalıyor. Film gösteriminden önce sadece perdede oluşmayan bir ışık, ses ve su şovu gösteriliyor. Mekanın tamamı ve tüm ışıklar bu gösterinin bir parçası oluyor.

Salon 2’den 5’e kadar ve de iki klüp sinemasının kendine özgü bir şekli var. Yumuşak hatlar ve düzensiz ancak simetrik kıvrımlar, Fritsche’nin şekil dili tüm salonlarda kendisini gösteriyor. Başta ışığın tasarımı olmak üzere ayrıntıların tasarımı salonlara uygun şekilde yapılmış.

Klüp sinemalarında vizyon programları sunuluyor, ancak salonlar özel etkinlikler için de kiralanabiliyor. Klüp sinema A bir kütüphane olarak donatılmış. Bu küçük mekanda da zekice bir aydınlatma konsepti uygulanmış. İki katmanlı kemer şekilli tavan RGBW içinde LED bantları ile aydınlatılmak suretiyle yükseklik kazanıyor. Duvardaki kitap rafları düz duvar lambaları ile aydınlatılıyor. Süpürgeliklerdeki deliklere yerleştirilen havalandırma kanalları arkadan aydınlatılıyor. Bu efektle mekan daha genişliyor. Sinema 4 için Maske + Suhren özel bir avize tasarladılar. Avize son derece sade ve eşsiz bir görüntüye sahip.

Avizenin şekli, bir tarafta her iki yanından RGBW-LED’le donatılmış aluminium kafes sistemi ve diğer tarafta gerdirilmiş kumaş hatlarından oluşan, küresel bir yapıya benziyor. Kumaş kaplı alanın altındaki yatay konstrüksiyona düz reflektör kapakları monte edilmiş ve karşı tarafına yerleştirilen mesafe parçalarına koyu renkte lake ışık kapakları vidalanmış. LED’ler kesintisiz bir şekilde bu kapakların ortasına sabitlenmiş ve reflektör ve kumaş gerdirilmiş duvarları endirekt olarak aydınlatıyor, böylece özel bir ışık efekti ortaya çıkıyor. Her yatay hat ayrı şekilde kumanda edilebiliyor ve ortaya etkileyici bir resim çıkıyor. Avize görsel bir hareketlilik kazanacak şekilde kumanda edilebiliyor.

Sinema 5 salonundaki duvar armatürler sinema cephesindeki düğme armatürlere benzetilmiş. Duvarın kumaş kaplamasındaki yuvarlak derinliklerden silindirik bir lamba yuvası çıkıyor. Bu yuvaya LED çalıştırıcılar yerleştirilmiş. Silindirik yapının etrafına bir RGBW-LED bandı yerleştirilmiş. Yuvarlak, kumaş ile kaplanmış kapama düğmesi salonda kullanılan diğer şekillendirici ögeleri ve lambanın kapanışını oluşturuyor. Plise şeklinde uygulanan kumaş duvar kaplaması üstten ve alttan düz bir çizgi şeklinde aydınlatılıyor ve duvar tasarımının üç boyutlu görüntüsünü güçlendiriyor.

Fuayeler pırlanta gibi ışıldıyor. Cam ve eloksal kaplamalı metal ve orijinal, çok parlatılmış Terrazzo zemin, sürekli yeni yansımalar oluşturuyor. Güçlü pastel renklerdeki ışık izleyenleri etkisi altına alıyor ve dış dünya ile ilişkiyi kesiyor ki burada da LED’ler kumanda edilebilir RGBW bantlarına yerleştirilmiş.

Tavandaki korniş aydınlatması, mekanı daha yüksek gösteriyor ve sinema içinde ilerledikçe daha sessiz bir ortamda bulunulduğu hissini uyandırıyor. Parlak kırmızı bir kumaşla kaplı duvarın üzerine dikey olarak uygulanan meşe ağacından yapılmış şeritler, meşe ağacı renginde halı ve tavan, bir zincir gibi peş peşe dizilmiş LED Downlight’lar ile aydınlatılıyor. LED’lerin her biri ayrı kumanda edilebildiği için burada da çok farklı ortamlar oluşturmak mümkün.

Sinemaskop görüntü orantılı konveks bükümlü bina cephesinin eski, bej renkli kaplaması temizlendi ve parlatıldı. Orijinal, ilk üretildikleri tarihte film afişlerini asmak için yapılan altın eloksal kaplı kasaların içine bir silindir yerleştirildi ve beyaz LED bantları ile donatıldı. Bina cephesi ayrıca, ön çatıya sabitlenen RGBW projektörler ile her zaman istenilen renge dönüştürülebilir.

Yeniden hayata geçirilen Zoo Palast ellili yılların mimarisine olan sevgiyi bugünün izleyici kitlesinin beklentileri ile ustaca birleştiriyor. Maske+Suhren’in temel fikri orijinal yapıyı mümkün olduğu kadar tekrar ayağa kaldırmaktı. İnsanların beklentileri ve izleme alışkanlıkları son yıllarda çok değişti. Bu nedenle Maske+Suhren mimariye mümkün olduğu kadar sadık kalmayı ve bugünün şartlarını sağlayacak bir aydınlatma tasarımı ile izleyicilere, ellili yılların mimarisinin estetik değerini tekrar yakınlaştırmak istedi. O tarihlerin otantik şekilleri, böbrek şekilli masalar ve elektrik hatları dikkatle yerleştirilen ışık ve şık renk kontrastları ile yeniden hayat buldu.Yeni Zoo Palast gerçek bir göz ziyafeti. Özellikle, Berlin’in uzun ve karanlık kış günlerinde neredeyse bir terapi etkisi yaratıyor.

Projeye katılanlar:
Yapı sahibi: Hans-Joachim Flebbe, Premium-Entertainment
Bütçesi: 5,5 Milyon Euro
Sinema mimarisi ve sanatsal aydınlatma konsepti: Maske + Suhren
Teknik aydınlatma planlaması, özel üretim armatürler ve montaj: Eduard Henke, Freilicht! Gmbh
Bina cephesi aydınlatması: LichtKunstLicht

Uygulanan ürünler:
yaklaşık 4000m RGBW ışık bandı PWM-Dimmer – Soundlight
Gökyüzü özel lambalar: 30 º ve 60 º lenslerle donatılmış RGBW-LED’leri
Tüm ışık sisteminin kontrolü merkezi bir Bilgisayar ve bileşenleri – e:cue üzerinden yapılıyor
Programlama: Malte Seseman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir